11 Mayıs 2011 Çarşamba

her şey aynı

her sabah gözümü açtığımda, her şeyin aynı olduğunu fark ediyorum keşke mahmurluk sürem biraz daha uzun sürseydi, gözümü açar açmaz idrak ediyorum, aynı saçmalıklara uyandığımı ve böyle durumlarda ben yorganı tepeme çekip nefessiz kalana kadar bekliyorum sonra açıp derin bir nefes alıyorum, belki bakış açım değişir diye...

ı ıh... her şey aynı


yine tahmin ettiğimden geç uyanmışım, hiç bir yere gecikmemiş olsam da gün dışında...

yine duvar saatim durmuş...

şakir yine yataktan düşmüş...

ve ben yine gördüğüm rüyalardan yorgun uyanmışım.

7 Mayıs 2011 Cumartesi

gökyüzü sonsuzdur çünkü


özgürlüğün sıfır noktası doğduğunuz andı, ondan sonra geçen her saniye eksiye düştünüz.
büyüdükçe, kişiliğiniz ve toplumsal rolleriniz oturdukça, insanlar tanıdıkça, hayata katıldıkça kısıtlandınız.
içinizden gelenlere, içinizden geçenlere ket vurdunuz, vurdukça sabitlendi esaretiniz.
kimin koyduğu belli olmayan kurallara riayet ettiniz, iyi bir insan oldunuz. (kime göre neye göre?)
bir deli bir taş attı kuyuya kuyu taşla doldu, özgürlüğünüzün üzerine inşa ettiniz dört duvarlarınızı. duvarların içerisinde ne kadar özgür olunabilirse o kadar özgürsünüz, övünüyorsunuz.
neden “kuşlar gibi özgür” ifadesi kullanılır bilir misiniz; gökyüzü sonsuzdur çünkü. bir çift kanat bir nebze su ve her yerde bulabileceğiniz ekmek kırıntıları.. ne kadar az şeye ihtiyaç duyuyorsanız o derece özgürsünüz. bizimse ne çok şeye ihtiyacımız var öyle değil mi? iyi bir gelire, iyi bir eşe, iyi yaşamaya ihtiyacımız var. aslında belki sadece iyi bir iradeye ihtiyacımız vardı en başından beri.
şimdi gökyüzü ayağının altın kaymış gibi hisseden serçeleriz, biraz yabani, biraz ürkek, biraz endişeli ama yine de özverili ve sevecen.
topuklu ayakkabılarımız, marka saatlerimiz, hangisinin tenimize uygun olduğuna karar veremediğimiz parfümlerimiz hepsi yaşama sabitliyor bizi.
çıplak ayaklarımızla taşı toprağı hissetmeyi, zamanın gün batımını ve doğumunu izlemekten ibaret olmasını, kendi kokumuzu içimize çekebilmeyi ve ölümün önemsizliğini önemsediğimizde özgürlük adına bir şeyler yapmış oluruz belki!

4 Mayıs 2011 Çarşamba

duvar!

öyle sabit bir duvar, bulutların gölgeleri geçiyor üzerinden. gölgeleri hiç bulutlar gibi değil benzetemiyorsun hiçbir şeye.. bu yüzden kimse gölgesini seyretmez bulutu seyretmek varken. kimse bakmaz duvara karanlık gecelerde sokak lambasını canavar sanmadıkça.

aslında iyi sır tutar duvarlar, iyi saklarlar, bir raket bir top bulursanız oyun arkadaşınız bile olurlar.. birkaç şişe sprey boyaya bakar cennet bahçesine dönüşmeleri, en olmadı örüverirsiniz aranıza mesafe koyarlar..

iyidir duvarlar!

2 Mayıs 2011 Pazartesi

doluluktan taşkınlığa götüren o son damla..


gözyaşlarınıza kimseciklerin tanık olmadığı zamanlardan, ağladığınız anları seçemediğiniz zamanlara geçiş yapacaksınız, öyle yerli yersiz bir hüzün kaplayacak içinizi, kuytu bir köşe arayacak gözleriniz kâh bir merdiven altı acılarınızı, kâh bir tuvalet aynası kırmızı göz bebeklerinizi vuracak yüzünüze..
fazla gülmekten korkar olacaksınız, sonunda hıçkırıklarınızı tutamamaktan..
kahkahalarla ağlamak nedir anlayacaksınız ve buna şahit olanların suratınıza delirmişsiniz gibi bakmaları gitmeyecek gözünüzün önünden..
bunca zaman kaçırdığınız göz yaşlarınız ulu orta ifşa edecek kendini ve siz ihanete uğramış gibi hissedeceksiniz..
kendinize saklama gücünüz kalmadığında anlayacaksınız boşuna uğraşmışsınız onca zaman.
sonra bi rahatlama, bi kanıksamışlık saracak herbir yanınızı.. hüzünlü bir irade teslimiyeti…
o vazgeçmişliği iliklerinize kadar hissettiğinizde, tamamsınızdır olmuşsunuzdur.
ve şöyle bir düşününce kaybetmeyi bilmeyen insanların başarıları gerçek olamaz, başardıklarını sandıklarında hissettikleri gerçeğe yakın bile duramaz!
hani kendini koşulsuz aşka bırakmamışların, aşka karşı sergiledikleri duruşa saygı duyulamaz!

1 Mayıs 2011 Pazar

Yine de parlak tecrübelerinizi unutup derinlere dalacak cesareti ve deliliği yakalarsınız.

“Bazen hiç tanımadığımız bir insanı; onun sizden uzakta geçen zamanını
belirleyen kişi olduğunuzu fark edersiniz. Bu aslında sanatın ve bir yumak haline gelmiş
sorunlarınızın neticesidir. İçe dönük hayatınızın ve uslanmaz dilinizin size kazandırdığı
parlak tecrübe…



Bu insanlar kalbinize ulaşacakları her cereyanı ağır hasta olarak yanlarında taşırlar.Tapınılacak yalnızlıklarına ortak bulmuşlardır. Bir fotoğraf ya da bir şiirle yaşarlar.İşin en kötü tarafı acıyarak ya da acıtarak sevmeyi öğrendiklerinden dikkat ve zekaküpüdürler. Onlara dokunmayı,teselli verici birkaç sözcüğü bulana dek duygular aşk noktasına doğru atak yapar. Gördüklerine sahip olmayı arzulayan çırpınışları sessiz yanıtlar olarak karşılarsınız.


Bazen cesaret verici olaylar olur. Kuru teşekkürünüzden daha fazlasını katarsınız sözcüklere. Bir başkasının kalbini dolduran heyecanlara açık kapı bırakırsınız.

Ama bu sizi çocuksu talebinizden başka bir şey değildir.

Karşılaşmak. Hayat boyu taşıyacağınız yeni bir işaret bulduğunuzu sanmak.

O zaman işler karmakarışık olur. Görüldüğü kadar kolay değildir içinizdeki kırgınlığı bağışlamak.

“Yapmamalıydım” dersiniz. Perdeleri açmamalıydım.


Bazı yolculuklara dönüşler düşünülmeden çıkılır. O bazı yolculuklara her gün çıkarsınız.

Tanrının yabancılıkla ödüllendirdiği çocukluğunuzla yan yana yürürsünüz.

Çimenlere iliştirilmiş yazıyı dikkatle okursunuz “Çiçek Dalında Güzeldir.”

Bazen hiçbir şey olmaz. Kimse yaralarıyla inleyen şiiri görmez. Sesi olmayan bir kapının

kapandığını fark edersiniz. Umursamazlığınızı bir jilet gibi yanınızda taşırsınız.

İkon tarzı duruşunuz ve sertliğiniz konuşulur.

Başkalarının cesaretini kıran tarzınız, tanımadığınız insanların düşlerine gömülür.

Size ellerindeki adresler ve şiirlerle ulaşamazlar. En başından kaybettiklerini düşünürler.

Gerçeğiniz karşısında yalancı ve çocukturlar.

Bazen dostluk ya da aşk yerin savaşla tanışırsınız. Onlar kalplerini, zekalarıyla donattıkları bir savaş alanına dönüştürürler. Birdenbire kendinizi gardınızı almış bulursunuz.

İki kişilik savaşın nasıl ve hangi nedenlerle başladığı bilinmez.

Güçlü kadın imajından kuşkulanırsınız. Böyle durumlarda saçma da olsa bir nedene ihtiyacınız vardır.

En yakın dostunuz kahvesini yudumlarken bu nedeni söyleyiverir. Sinirden yeni silahlar, yeni ve ağır karşılıklar bulmak için harekete geçersiniz. Oyuna gelirsiniz.

Kaybetmeye alışık olduğunuzu unutursunuz. Nefretten doğacak aşkı beklersiniz. Nefret büyür aşk onun gerisinde kalır.


Bazen göz yaşlarınıza değen birini bulursunuz. Silik bir anıdan içinizi saran hayaller yaratırlar. Kaybolmalarından, yiyecekleri darbelerin onları sıradanlaştırmasından korkarsınız. Başlayamamaktan ya da bitirememekten, gülümserken sakladıklarınızdan, elinizde kalanların boşluğundan, yeri doldurulamaz vedalardan çekinirsiniz.

Yine de parlak tecrübelerinizi unutup derinlere dalacak cesareti ve deliliği yakalarsınız.

Ucu kırık kalemleri sırf bu yüzden saklarsınız…”

UMAY UMAY