19 Aralık 2011 Pazartesi

Köpek Yalnızlığım

...

İlk çağırışımda gel
İkincisinde çok geç olabilir
Ve ben ilk çağırışında geleceğim
İkincisinde çok geç olabilir
Kimbilir nasılım ve nerdeyim
Bulursan ne olur beni bırakma
Bulamazsan aradığın yerdeyim
Hani o toprakla denizin kesiştiği
Kumların üzerine yorgun gölgelerin düştüğü
Sevenlerin ürkek adımlarla buluştuğu o yerde!

Yoksul rıhtımlarda köhne gemiler
Benden bir parça koparıp gider
Ben hep böyle yarım, ben böyle kırık dökük
Ne olur beni bırakma bulunca
Ve ilk çağırışımda gel
Sarsın krallığım yeryüzünü bir uçtan bir uca

Elini uzatsan tutacaksın
Yakındayım
Baksan göreceksin
Görsen seveceksin
Aradığın benden başkası değil
Farkındayım
Benim yüreğim değil
Kayan bir zamandır avuçlarından
Uzat ellerini susadım
Güzelliğin
Bir eski şarap gibi sızıyor parmak uçlarından

Gel diyorum
İlk çağırışımda gel!
Gel ki
Aydınlığında
Bütün geceler gündüz olsun
Dinle, uzak bir saat onikiyi çalıyor
Ne güç anlamıyor musun
Bir ömür boyu arayıp da seni bulmamak
Ben yokluğunda böyle yok, böyle yoksun
Ben yokluğunda böyle paramparça
Sensiz olmak hiç olmamak!

Ümit Yaşar Oğuzcan

14 Aralık 2011 Çarşamba

aklımda!

kabullenmek! tanrım ne kadar acımasızca çaresiz bir kelime, asla kabul etmeyecek olduğun bir şeyi mecburen kabul etmek, kimseye bunu yaşatmak istemezdim, kimse bunu yaşatsın istemezdim ama elimizde değil değil mi, insan oğlu çaresiz bir yaratık, eli kolu bağlı kalmaya mahkum, her şeye muktedir hiçbir şeye hükmü geçmiyor.. tezatsın ey ademoğlu çelişiksin, güçlü fakat acizsin, her şeye sahip olabilirsin ama bir şeye sahip olmazsan aslında hiçbir şeye sahip olamıyorsundur..

etrafında delice dönüp durduğun şeyle, durup dönmen arasında saliselik bir farkındalık varken, dönüp durmakla, bi durup dönmek arasında ömür harcıyorsun..

delice istediğin şey için aslında delirmek gerekmiyor diyorum, aklını başına al diyorum.. aklını kaçırıyorsun, fidyeye bile değmeyecek akılı neden kaçıyorsun? sen aklını kaçırdın diye minyon dolarlık hayali sana verirler mi sanıyorsun.. vermezler! verseler bile kıymeti var mı sanıyorsun? bereketsiz bu hayaller bak söylüyorum elde edince nasıl kaybettiğini anlamazsın bile. sor bak senden önce hayallerinin altılısını tutturanlara yine başladıkları yerdeler, hay(al)dan gelen “huy”a  gider, huyumuz kurusun! bitirmek tüketmek için yaşıyoruz, yaşanınca tükenir biliyoruz, bile bile lades oluyoruz diyorum.

8 Ekim 2011 Cumartesi

"KADIN KURTARILAMADI"

dün gazetedeki manşet ve bugün yapılan açıklama.. bir tek Fatih Altaylı için konuşmuyorum, genel olarak erkekler bu konulara bu kadar derin girmesinler, gerçekten üzüldüklerine inanıyorum lakin bu şekilde olmaz, kaş yaparken göz çıkarmak bu!

tamam istediğin buydu,  o fotoğrafı herkesin gözüne soktun;

- zaten şiddet görüp ses çıkaramayan kadının gözüne soktun (sığınma evine gidersen başına bu gelir, dayağa razı ol öldürse daha mı iyi??)

- kız çocuklarının gözüne soktun (zaten çekingen ve güvensiz olan kız çocuklarının)

- sen ne yaparsan yap ne yazarsan yaz okuyamayacak kadar insanlıktan çıkmış adamın gözüne soktun (demek ki sığınma evine gidenin hakkı bu!!)

- o kadının çocuklarının gözüne soktun (annelerini o halde hatırlayacak olan çocukların)

şimdi bile bile yaptım diyorsun, biliyordum diyorsun. hayır biz biliyoruz, ummadığın bir tepki alıp bundan bile nemalandığını!

şimdi sana kızanları suçlu adledecek kadar şuursuzsun..

evet fatih altaylı; kadın kurtarılamadı!!! (tıpkı haberin en alt satırında duygusuzca yazılmış bu cümle gibi "kadın kurtarılamadı!!!"

Fark etmek

ruh bedenden ne zaman ayrılır?

ruh bedenden, bedeni ait olmadığı bir yere hapsettiğinizde ayrılır! ait olmadığı bir yere, ait olmadığı bir bedene hapsettiğinizde ruh bedenden ayrılır ve siz kendinizi bir ölü gibi hissedersiniz, farkınız da yoktur bir ölüden; donuk bakışlarınız, cesete benzer gülüşleriniz vardır. ölüden tek farkınız ruhunuzla bedeninizi tekrar buluşturabilecek oluşunuzdur, ama nasıl?

içinize dönerek, ruhunuzun izini sürerek..

bu iz sürme sonucunda ruhunuzu ait olduğu yerde sizi beklerken bulursunuz, siz tüm dünya işlerinden sıyrılıp, kendinizi ruhunuzun kölesi yaptığınızda, ruhunuz ait olduğu yerde ait olduğu bedenler bulacaktır.. ve belki de hak ettiğiniz huzur o kadar da uzak ya da bulunmaz değildir.

huzur ve mutluluk insanlara bu kadar erişilmez gelmeseydi daha çabuk bulunurdu, "bi şey size ne kadar zor geliyorsa tam da o kadar zordur". elde etmek için önce ulaşılabilir olduğuna inanmak lazım. huzur ve mutluluk sizin onları bıraktığınız yerde, gözünüzü ayırdığınız, görmezden geldiğiniz yerde, yani tam da gözünüzün önünde!

"mutluluğu yakalamak" diye bir şey yoktur çünkü mutluluk kaçan birşey değildir, olsa olsa mutluluğu fark etmek vardır..

31 Temmuz 2011 Pazar

vay beni beni

yaz aylarındayız malum, havalar da sıcak.. evde en pratik serinleme yöntemi hava sirkülasyonu (yani cereyan yaptırma afili olsun diye öyle yazım "hava sirkülasyonu"). hal böyle olunca ben de evde ne kadar kapı pencere varsa karşılıklı açıp hava akımını sağlıyorum. perde kıpırdamıyor derler ya işte tam da öyle oluyor ama olsun ben psikolojik olarak daha iyi hissediyorum.

yine dün gece  binanın ilk dairesi olan! ve haliyle her girip çıkanın önünden geçtiği dairemde takılıyorum (zaman zaman hilal cebeci style) komşumu üçgen vücudu, pijamaları ve çıplak ayaklarıyla kapıda görünce bi gereksiz endişeyle "iyi misin" dedim, demiş bulundum.. meğerse adam şeker istemeye (komşuculuk oynamaya gelmiş) benim gereksiz tepkime maruz kalınca şekeri alıp gitti. ben iç sesimle "ya pardon baştan alabilir miyiz, bak ben habersiz gibi yapacağım sen bi daha gel, gözlerimi kısıp, yatak odası sesimle "hımm kimleri görüyorum, size nasıl yardım edebilirim bayım" diyeceğim, desem de duymadı..

heeey kime diyorum!!

gitti yaa :/

28 Haziran 2011 Salı

harcamak

günlerdir herkesin takık bir şekilde sorduğu soruya aynı takıklıkla aynı cevabı veriyorum;

çünkü bi' şekilde para harcayacağım ve ben bu şekilde harcamak istiyorum, herkesin öncelikleri başka başkadır benimki de bu!

ben hiç para biriktiren bi' insan olmadım, eğer çok istediğim bir şey yoksa öyle haybeden para biriktirmedim hiç.. mütemadiyen harcadım, kendime değilse başkalarına. zaten bence para saklanan bir şey değildi olmamalıydı yani sorumluluğun yoksa kendinden başka birine. biriktirdiğim parayı harcayabileceğim bile garanti değilken üstelik. hem bin bir sıkıntıyla para biriktirip huzurla harcamak çok da olası görünmüyor. ne diyordu filozof; insanlar önce para kazanmak için sağlıklarını sonra sağlıklarını kazanmak için paralarını kaybederler. zaten bi filozoftan eksiğim yok sadece birkaç çağ fazlam var :) sadece bir kaç çağ önce doğmuş olsaydım en iyi şair, filozof ve edebiyatçı kesin ben olurdum diye düşünürüm hep, bence haklıyım.

yani diyeceğim o ki bir insanı kısa yoldan tanımak istiyorsam parayı neye harcadığına bakarım. bu yüzden bazılarımız parayı harcar bazılarımız kullanırız ;)

11 Mayıs 2011 Çarşamba

her şey aynı

her sabah gözümü açtığımda, her şeyin aynı olduğunu fark ediyorum keşke mahmurluk sürem biraz daha uzun sürseydi, gözümü açar açmaz idrak ediyorum, aynı saçmalıklara uyandığımı ve böyle durumlarda ben yorganı tepeme çekip nefessiz kalana kadar bekliyorum sonra açıp derin bir nefes alıyorum, belki bakış açım değişir diye...

ı ıh... her şey aynı


yine tahmin ettiğimden geç uyanmışım, hiç bir yere gecikmemiş olsam da gün dışında...

yine duvar saatim durmuş...

şakir yine yataktan düşmüş...

ve ben yine gördüğüm rüyalardan yorgun uyanmışım.

7 Mayıs 2011 Cumartesi

gökyüzü sonsuzdur çünkü


özgürlüğün sıfır noktası doğduğunuz andı, ondan sonra geçen her saniye eksiye düştünüz.
büyüdükçe, kişiliğiniz ve toplumsal rolleriniz oturdukça, insanlar tanıdıkça, hayata katıldıkça kısıtlandınız.
içinizden gelenlere, içinizden geçenlere ket vurdunuz, vurdukça sabitlendi esaretiniz.
kimin koyduğu belli olmayan kurallara riayet ettiniz, iyi bir insan oldunuz. (kime göre neye göre?)
bir deli bir taş attı kuyuya kuyu taşla doldu, özgürlüğünüzün üzerine inşa ettiniz dört duvarlarınızı. duvarların içerisinde ne kadar özgür olunabilirse o kadar özgürsünüz, övünüyorsunuz.
neden “kuşlar gibi özgür” ifadesi kullanılır bilir misiniz; gökyüzü sonsuzdur çünkü. bir çift kanat bir nebze su ve her yerde bulabileceğiniz ekmek kırıntıları.. ne kadar az şeye ihtiyaç duyuyorsanız o derece özgürsünüz. bizimse ne çok şeye ihtiyacımız var öyle değil mi? iyi bir gelire, iyi bir eşe, iyi yaşamaya ihtiyacımız var. aslında belki sadece iyi bir iradeye ihtiyacımız vardı en başından beri.
şimdi gökyüzü ayağının altın kaymış gibi hisseden serçeleriz, biraz yabani, biraz ürkek, biraz endişeli ama yine de özverili ve sevecen.
topuklu ayakkabılarımız, marka saatlerimiz, hangisinin tenimize uygun olduğuna karar veremediğimiz parfümlerimiz hepsi yaşama sabitliyor bizi.
çıplak ayaklarımızla taşı toprağı hissetmeyi, zamanın gün batımını ve doğumunu izlemekten ibaret olmasını, kendi kokumuzu içimize çekebilmeyi ve ölümün önemsizliğini önemsediğimizde özgürlük adına bir şeyler yapmış oluruz belki!

4 Mayıs 2011 Çarşamba

duvar!

öyle sabit bir duvar, bulutların gölgeleri geçiyor üzerinden. gölgeleri hiç bulutlar gibi değil benzetemiyorsun hiçbir şeye.. bu yüzden kimse gölgesini seyretmez bulutu seyretmek varken. kimse bakmaz duvara karanlık gecelerde sokak lambasını canavar sanmadıkça.

aslında iyi sır tutar duvarlar, iyi saklarlar, bir raket bir top bulursanız oyun arkadaşınız bile olurlar.. birkaç şişe sprey boyaya bakar cennet bahçesine dönüşmeleri, en olmadı örüverirsiniz aranıza mesafe koyarlar..

iyidir duvarlar!

2 Mayıs 2011 Pazartesi

doluluktan taşkınlığa götüren o son damla..


gözyaşlarınıza kimseciklerin tanık olmadığı zamanlardan, ağladığınız anları seçemediğiniz zamanlara geçiş yapacaksınız, öyle yerli yersiz bir hüzün kaplayacak içinizi, kuytu bir köşe arayacak gözleriniz kâh bir merdiven altı acılarınızı, kâh bir tuvalet aynası kırmızı göz bebeklerinizi vuracak yüzünüze..
fazla gülmekten korkar olacaksınız, sonunda hıçkırıklarınızı tutamamaktan..
kahkahalarla ağlamak nedir anlayacaksınız ve buna şahit olanların suratınıza delirmişsiniz gibi bakmaları gitmeyecek gözünüzün önünden..
bunca zaman kaçırdığınız göz yaşlarınız ulu orta ifşa edecek kendini ve siz ihanete uğramış gibi hissedeceksiniz..
kendinize saklama gücünüz kalmadığında anlayacaksınız boşuna uğraşmışsınız onca zaman.
sonra bi rahatlama, bi kanıksamışlık saracak herbir yanınızı.. hüzünlü bir irade teslimiyeti…
o vazgeçmişliği iliklerinize kadar hissettiğinizde, tamamsınızdır olmuşsunuzdur.
ve şöyle bir düşününce kaybetmeyi bilmeyen insanların başarıları gerçek olamaz, başardıklarını sandıklarında hissettikleri gerçeğe yakın bile duramaz!
hani kendini koşulsuz aşka bırakmamışların, aşka karşı sergiledikleri duruşa saygı duyulamaz!

1 Mayıs 2011 Pazar

Yine de parlak tecrübelerinizi unutup derinlere dalacak cesareti ve deliliği yakalarsınız.

“Bazen hiç tanımadığımız bir insanı; onun sizden uzakta geçen zamanını
belirleyen kişi olduğunuzu fark edersiniz. Bu aslında sanatın ve bir yumak haline gelmiş
sorunlarınızın neticesidir. İçe dönük hayatınızın ve uslanmaz dilinizin size kazandırdığı
parlak tecrübe…



Bu insanlar kalbinize ulaşacakları her cereyanı ağır hasta olarak yanlarında taşırlar.Tapınılacak yalnızlıklarına ortak bulmuşlardır. Bir fotoğraf ya da bir şiirle yaşarlar.İşin en kötü tarafı acıyarak ya da acıtarak sevmeyi öğrendiklerinden dikkat ve zekaküpüdürler. Onlara dokunmayı,teselli verici birkaç sözcüğü bulana dek duygular aşk noktasına doğru atak yapar. Gördüklerine sahip olmayı arzulayan çırpınışları sessiz yanıtlar olarak karşılarsınız.


Bazen cesaret verici olaylar olur. Kuru teşekkürünüzden daha fazlasını katarsınız sözcüklere. Bir başkasının kalbini dolduran heyecanlara açık kapı bırakırsınız.

Ama bu sizi çocuksu talebinizden başka bir şey değildir.

Karşılaşmak. Hayat boyu taşıyacağınız yeni bir işaret bulduğunuzu sanmak.

O zaman işler karmakarışık olur. Görüldüğü kadar kolay değildir içinizdeki kırgınlığı bağışlamak.

“Yapmamalıydım” dersiniz. Perdeleri açmamalıydım.


Bazı yolculuklara dönüşler düşünülmeden çıkılır. O bazı yolculuklara her gün çıkarsınız.

Tanrının yabancılıkla ödüllendirdiği çocukluğunuzla yan yana yürürsünüz.

Çimenlere iliştirilmiş yazıyı dikkatle okursunuz “Çiçek Dalında Güzeldir.”

Bazen hiçbir şey olmaz. Kimse yaralarıyla inleyen şiiri görmez. Sesi olmayan bir kapının

kapandığını fark edersiniz. Umursamazlığınızı bir jilet gibi yanınızda taşırsınız.

İkon tarzı duruşunuz ve sertliğiniz konuşulur.

Başkalarının cesaretini kıran tarzınız, tanımadığınız insanların düşlerine gömülür.

Size ellerindeki adresler ve şiirlerle ulaşamazlar. En başından kaybettiklerini düşünürler.

Gerçeğiniz karşısında yalancı ve çocukturlar.

Bazen dostluk ya da aşk yerin savaşla tanışırsınız. Onlar kalplerini, zekalarıyla donattıkları bir savaş alanına dönüştürürler. Birdenbire kendinizi gardınızı almış bulursunuz.

İki kişilik savaşın nasıl ve hangi nedenlerle başladığı bilinmez.

Güçlü kadın imajından kuşkulanırsınız. Böyle durumlarda saçma da olsa bir nedene ihtiyacınız vardır.

En yakın dostunuz kahvesini yudumlarken bu nedeni söyleyiverir. Sinirden yeni silahlar, yeni ve ağır karşılıklar bulmak için harekete geçersiniz. Oyuna gelirsiniz.

Kaybetmeye alışık olduğunuzu unutursunuz. Nefretten doğacak aşkı beklersiniz. Nefret büyür aşk onun gerisinde kalır.


Bazen göz yaşlarınıza değen birini bulursunuz. Silik bir anıdan içinizi saran hayaller yaratırlar. Kaybolmalarından, yiyecekleri darbelerin onları sıradanlaştırmasından korkarsınız. Başlayamamaktan ya da bitirememekten, gülümserken sakladıklarınızdan, elinizde kalanların boşluğundan, yeri doldurulamaz vedalardan çekinirsiniz.

Yine de parlak tecrübelerinizi unutup derinlere dalacak cesareti ve deliliği yakalarsınız.

Ucu kırık kalemleri sırf bu yüzden saklarsınız…”

UMAY UMAY

22 Nisan 2011 Cuma

ama soğumuyor içim

kabullenmeye çalıştıklarım, ilmek ilmek ördüğüm bi şal üstümde.

biri yaklaşıyor arkamdan çekip alıyor omuzlarımdan ürperiyorum... kollarımı ovuşturup dönüyorum, yüzü yok sırtı dönük, şalımı almış omuzlarına içini ısıtıyor...

benden alıyor hala, beni alıyor, sıcaklığımı...

bir şal alıp bin yük bırakıyor omuzlarıma, "al ör bunları da ama sahiplenme, sarılma, ısınma..."

10 Mart 2011 Perşembe

sayfaların da kaderi vardır

ben yepyeni bir sayfa açmak için yırtıp attığın sayfanın arka yüzüydüm, bembeyazdım beni yazmanı beklerken hiç kabahatim olmadığı halde ve ön sayfayı berbat ettin diye düşünmeden yırtıp attığın arka sayfa...

hiçbir zaman aklına gelmeyecek ve ne yazacağını hiç bilemeyeceğin arka sayfa...

bilir misin sayfaların kaderi vardır...

o sayfaya yazılacak olanı ömrünce yazamazsın başka sayfaya... ne sayfalar yazdın, ne sayfalar yazabilirdin, ne sayfalar var yazılabilecek...

kalemin kaderi ile sayfanın kaderi beğenirlerse birbirlerini sen ömrünü ödüllü bir film gibi oturduğun yerden izleyebilirsin aslında... kalem senin elinde diye sanma ki her şey senin elinde!

hata yaptıysan, sayfayı çevirmeyi dene!

içine girmeli

kitapları bir metre mesafeden bükmeden, kırmadan okuyan insanlar var.

nasıl olur anlamam... hiç okunmamış gibi kitaplıkta yerlerini alırlar o kitaplar.

okunmamış mıydılar peki?

okunmuşlardı ama okuyanın kokusu bile sinmemişti sayfalarına ve kitabın kokusu sinmemişti sayfayı çeviren parmaklara.

bense heyecanlanınca hırçın çevirdim yapraklarını, koynumda uyuya kaldım, çok sıkıldığımda aynı yerden defalarca katladım ucunu, altını çizdim, üzerine not aldım...

bi' zaman sonra okunmuşluğu, yaşanmışlığı bulmak umuduyla bugünümden ayraçlar bıraktım.

bi' şey yapıyorsan içine girerek yapmalısın... üstüne, eline, yüzüne, dudağına, içine sinmeli!

9 Mart 2011 Çarşamba

deli gömleğinin amacı; insanın kendisine sarılması gerektiğini öğretmek

bir an delirmenin nasıl bir şey olduğunu bildiğimi fark ettim... nereden biliyor olabilirdim ki bu duyguyu?

ah doğru ya delirmiştim bir zamanlar... kendimi çaresiz hissettiğim günlerdi... kötü günlerdi hatırlıyorum, bütün zamanım kendime acımakla geçiyordu...

zaten benim gibi birini başka ne delirtebilirdi ki, çaresizlikten başka...

iyi de şimdi niye hatırlıyorum bunları...

!!

hayır! bir daha asla giymem o deli gömleğini!!

22 Şubat 2011 Salı

peki;

hadi şimdi, şu anda unutayım seni,

peki;

şimdi yatacaksın sen...

uyurken irkilirsin bilirim, kim sıkacak elini hafiften?

uykun ilerledikçe terleyeceksin, kim öpecek anlından, kim silecek terini? bunları bilmiyorum, belki bir daha kimse yapmayacak bunları, umrumda değil aslına bakarsan.

ben uyumadan önce kim kitap okuyacak bana?

"ben yatıyorum" deyişime aldırmıyor görünüp bir dakika sonra kim sızacak yatağıma?

kim belimi sıkıca sarıp, omuzuma öpücük konduracak?

saçımın kokusunu içine çektiğinde ciğerlerinin şiştiğini hissettiğim adam...?

16 Şubat 2011 Çarşamba

kötü adamlardan prens olmaz

artık yeni insanlar tanımak istemiyorum. acziyetlerine, zaaflarına tanık olmak istemiyorum. yerle yeksan olmuş yada hiç oluşmamış değer yargılarına şahit yazdırmasınlar beni.

bahanesi yok ki bu ucuz hayatların, kolay elde edilebilir olması bazı şeylerin değersiz olduğu anlamına gelmez ki, hele bir insan hem okur-yazar hem cahil nasıl olur anlamam.

yaşamak istediğiniz dünya bu mu gerçekten! ah doğru ya değil tabi. her şey muntazam olmalı ama zaman gelince. ne kadar hak ediyorsun iyi bir yaşamı sorgulama sakın.

hiç mi okşamadılar başınızı, hiç mi masal okumadılar çocukluğunuzda, kötü adamlardan prens / kötü kadınlardan prenses olmaz öğrenemediniz mi?

7 Şubat 2011 Pazartesi

üzerine kustuğum antika halılarla dolu her yer

ilk defa sarhoş olduğumda restoranın antika halılarına kusmuştum, çok mahcup olup bin defa özür dilemiştim
"hiç önemli değil hanımefendi inanın" demişti garson çocuk, o çocuğu istiyorum şimdi. gelsin otursun karşımda, yaptığım her saçmalığa aynı samimi ifadeyle cevap versin, verir biliyorum.

o hoşgörüye, o olağanlığa ihtiyacım var.

5 Şubat 2011 Cumartesi

wish'li zaman

bir sahil kenti kalmış hafızamın bir yerinde,

bir ince rüzgar esermiş,

denizden kopan bir damla yüzümü öpermiş,

dalgaların eşlik ettiği martı sesleri dünyanın en güzel senfonisiymiş,

ufuklara dalıp gitme sevdalısıyken göz bebeklerim,

bir küçük yelkenli olasım gelirmiş.

2 Şubat 2011 Çarşamba

ateşin renkleri

küçücük bir kıvılcımı besleyip kocaman bir alev yaratıp kendini ateşe vermek...

bak ne güzel yanıyorum; turuncular, kızıllar, maviler pek yakışıyor bana.

karanlıkta seyret beni,

döndükçe eteğimden, saçlarımdan kıvılcımlar saçılır etrafa.

hadi bi' kıvılcım ver bana,

ben yakarım kendimi.

31 Ocak 2011 Pazartesi

günlere ölüm!

bi' oyun vardı, deliklerden çıkan tuhaf karakterlerin kafalarına balyozla indiryordunuz, bildiniz mi?

şimdi öyle günleri öldürüyorum kafalarına balyozla indiriyorum, hiç de ıskalamıyorum üstelik, kabul etmeliyim bu konuda çok iyiyim adamım.

pazartesi, salı, çarşamba... günlere ölüm! 

üstelik süper bir strateji geliştirdim; ben günleri, günler haftaları, haftalar ayları, aylar yılları, yıllar ömrümü öldürüyor!

günlere ölüm!

29 Ocak 2011 Cumartesi

dönüşüm

bi fotoğraf düştü kitabın arasından...

saçlarım omuz hizamda, dalgalı ve koyu kestane, liseyi bitirmemiş olmalıyım henüz, tanrım ne kadar güzelim, yüzümde mahçup bir ifade doğum günüm galiba.yanımda o zamanlar çok yakın olduğum iki dostum, masada bi pasta var, bir de oyuncak ayı... gözlerimin içi gülüyor mutlu gibiyim...

şimdi o dostlarımı gördüğümde yolumu değiştiriyorum, hayır hala çok seviyorum onları... ama neden bilmiyorum, korkuyorum... değiştiklerini-değiştiğimi görmeye tahammülüm yok sanırım...

zaman bazı şeylere dokunamasın istiyorum, olduğu gibi kalsın, yine kafeye gittiğimde bulayım onları orda, hiç yaşlanmamış olsunlar, o kafe kapanmamış, yerine yeni şeyler yapılmamış gibi... sanki ben hep ordayım da burası paralel evren gibi... kim bilir belki de öyledir, sadece ben dönüş yolunu bulamıyorumdur yada oradaki beni bulabilecek kadar kendimden sıyrılamıyorumdur.

28 Ocak 2011 Cuma

kadın gözünden "kadın"

2 dakika önce dünyanın en ateşli kadını gibi sevişir 2 dakika sonra gözleri buğulanır kadının... çünkü içine almıştır seni, çünkü bu senin onun içine yer edeceğin anlamına gelir ve giderken ondan giden sadece sen olmayacaksındır.

çocuklar gibi oynaşırken birden durup seyreder kadın... o sahneyi beynine kazır, ne zaman üzecek olsan onu hep o sahneyi gözüne getirecektir.

bazen ortada hiç bir şey yokken ağlar, bağırır, kıskanır, küser, kızar kaybetme korkusu çöreklenmiştir yüreğine, kadınlık duyguları istem dışı korumaya geçmiştir.kaybetme korkusu dışında hiçbir şey bu denli gözünü döndüremez kadının. hele içine işlemişseniz, öpüşünüzü dudağında, dokunuşunuzu teninde, sevişinizi yüreğinizde hissetmişse.

dünyaya karşı dimdik duran kadın, aşkınızın karşısında minik bir kediden farksızdır, arada minik tırmıklar atar gururludur da yani.

aşktan yerle yeksan olan kocaman kocaman kadınlar tanıyorum ve biraz daha artıyor saygım onlara.

ama ne olursa olsun bitti diyorsa emin ol bitmiştir, belki hala seviyordur ama bitmiştir, dönmeyecektir.

giden elinde valizi olan değildir her zaman, siz yüreğinizin kapısına koymadan onu o asla gitmez!

ilk çeyrek

bakmayın arada hayıflandığıma güzel bi' hayat yaşadım...

köpeğimin yavrularını kucakladım, gözleri açılmadan henüz annesini kaybeden bi' kediyi ellerimle besleyip yaşattım, hatta inanmazsınız balığım ben üzülmeyeyim diye üç gün direndi ölüme.

güller yetiştirdim, dut ağacına tırmandım, yelkenliyle açıldım rüzgar içimden geçti, o kadar saydamdım.

bebekler doğdu elime, içime çektim kokularını... doğuma giden bir annenin gözyaşlarının tuzu var halla ellerimde.

inandıklarımın peşinden giderken buldum kendimi hep, kaybettiğim yollarda buldum aramaya cesaret edemediklerimi.

azgın suların üzerinden atladım, bisiklet sürerken kollarımı açtım dünyayı  kucakladım, dizlerim de yara izleri var hala, düştüm.

yağmurda donuma kadar ıslandım.

 "seviyorum ulan orospu çocuğu" diye haykırdım.

berbat sesimle avaz avaz şarkı söyledim.

hiç tanımadığım insanlara gülümsedim.

ve sevdim, sevebildiğimce, hiç esirgemedim sevgimi, bonkörce savurdum.

ne zaman ihtiyaç duyulsam olmam gereken yerdeydim. acil durumlarda kırıldım!

25 Ocak 2011 Salı

susmalı bazen

"sana özür borcum var" dedi.

"hangisi için" dedim "hangi biri için?"

sustu! yeğlediğim buydu, nasıl izin verirdim konuşmasına, konuşup basit özür cümleleriyle acılarımı azımsamasına...

bazen kuracağınız cümle telafi etmeye yetmez, böyle zamanlarda susmalı! gerçekten hissediyorsanız eğer gözleriniz yalvar yakar özür diler zaten.

21 Ocak 2011 Cuma

"yüzünü dökme küçük kız"

tek başına olmana rağmen ağlarken sessiz olmaya çalışmak, hıçkırıklara boğulup sonra durunca ağlaman, kalkıp kendine bitki çayı yapman rahatlatmak için kendini, yanına oturup elini omuzuna koymak yine kendinin... gözlerin şişmesin diye tampon yapmak... buydu işte (u)mutsuz olmak...

soruların ne önemi vardı... kimdi ağlayan... hangi sen ha... ne fark ederdi...

hani şu herkesin tanıdığı farz edelim, güçlü olan... ayakları yere basan... olabilir o da ağlayabilir, kimse görmedi merak etme!

yada şu edepsiz meçhul yazar... ona alışık zaten herkes, bi' gelir giderler ona, umursamaz kimse onu!

annesin küçük kızı mı yoksa ağlayan, noel babanın olmadığını mı öğrendi?

boşversene hadi bi öpücük kondur hepsinin yanağına, yerlerine yatır, üzerlerini ört!

18 Ocak 2011 Salı

geveze aşık

bir an sadece...
herkes, her şey susmuştu.

durup dururken...
deli gibi konuşmaya, seni anlatmaya başladım.

sanki yıllardır mühürlü olan dilimi serbest bırakmışlardı,

anlatıyor... anlatıyordum.

bazen nefes almayı unutuyor tam boğulacakken yutkunup derin bir nefes alıp devam ediyordum anlatmaya.

kah ellerinden bahsediyordum, kah bakışlarından...

bana söylediklerinden, yaptıklarımızdan, yapmamız gerekenlerden...

konudan konuya atlıyordum. ama bütün konuların kahramanı sen!

dışarıdan deli gibi göründüğümü ve söylediklerimin bir kelimesinin bile anlaşılmadığını biliyordum.

çılgın gibi anlatıyordum...

en nihayet yorulup sustuğumda,

insanlar yüzüme bakıyor ve bende bıraktığın etkiyi naif bir gülümsemeyle karşılıyorlardı.

17 Ocak 2011 Pazartesi

başka sularda yüzmek

yine başka sularda yüzüyorum

başka sularda kendine başkalaşır insan

başka sularda birine attığın her kulaç, bir an gelir dönüp suratına çarpar

derin mi, sığ mı riske girmeden bilemezsin

aldatıcıdır ve yorucu

çoğu zaman geri dönmeyi göze alamazsın

takatin bitip vazgeçtiğinde o seni kıyıya atar

ve aşk hep kendi kara suların dışındadır

16 Ocak 2011 Pazar

"ben oradaydım"




ben oradaydım sevgilim...

bu ilişkinin iki tarafı tek tanığı vardı... o da bendim, ben oradaydım sevgilim...

seni deli gibi severken, dünyayı arkama alıp sana gelirken...

seni içime kazıyacak yavaşlıkta öperken...

ben ordaydım...

bedenin bedenime yapışık, aklın başka yerdeyken...

kendimi değersiz hissederken...

bazı şeyler biterken...

sen oradayken... ben oradaydım sevgilim...

şimdi aşkı anlat insanlara...

sevmeyi anlat insanlara...

kendini anlat insanlara...

ama bana anlatma, ben oradaydım!

14 Ocak 2011 Cuma

yıllar sonra Nazım'dan gelen... evrenler arası armağan

Bir Ucu Bir Kuyuda Kaybolan Rüzgârlı Bir Şosede


Bir ucu bir kuyuda kaybolan rüzgârlı bir şosede

bana doğru yaklaşıyor kavuşma saatımız yalnayak

yüzü saçlarıyla örtülü kavuşma saatımızın

bir de ağır yürüyor ki deli olmak işten değil

Bana doğru yaklaşıyor kavuşma saatımız yalnayak

ben de telefon direğine bağlıyım kollarımdan

yüreğim de yorgun mu yorgun duracak nerdeyse

bir de alnıma bir su damlıyor aynı yere artsız arasız

Bana doğru yaklaşıyor kavuşma saatımız yalnayak

ben de seni düşünüyorum da seni düşünüyorum

ben de seni düşündükçe o da ağırlaştırıyor yürüyüşünü

bu böyle giderse yıkılabilirim direğin dibine

o yanıma varmadan



Nazım Hikmet

13 Ocak 2011 Perşembe

kendine pervane ateş böceği

geçerken uğramış, on milyonluk şehirde ayakları onu buraya kadar getirmişti. tam karşımdan bana doğru geliyordu, özellikle yapmış olabilir miydi, sanmam... öyle değilse bile hiç hoş bi' karşılaşma değildi.

ilk aklıma gelen yolumu değiştirmek oldu, yada belki katı bir ifade takınıp, soğuk bir merhabayla geçiştirebilirdim. belki görmezden gelirdim.

ben ne yapacağıma henüz karar verememişken, birden gözlerini kısıp kocaman bir gülücük oturttu yüzüne. şaşkındım adımlarım gittikçe yavaşlıyordu ki, yanımdan koşar adım geçen orta boylu bir adamın rüzgarını hissettim... o da koşarak adamın kucağına attı kendini.

birden tek bir vücut olup döndüler etraflarında, savrulan saçlarına baktım... onlara dokunmuşluğum vardı...

nihayet durduklarında uzun ve sıcak bir öpücük verdiler birbirlerine... ve yine sarmaş dolaş, kıkırdayarak geçip gittiler yanımdan...

kendime geldiğimde öylece kala kaldığımı fark ettim... yüzündeki ifade o kadar gerçek ve samimiydi ki... sahi bana da böyle aşkla gülümsemiş miydi?

eminim gülümsemişti, ama ben fark etmemiştim...

kendimle öyle meşguldüm ki!

o gün anlamıştım kendi etrafımda, kendime pervane dönüp durduğumu. o gün - bu gündür düşünürüm, daha neleri kaçırdım aceba hayatta!

10 Ocak 2011 Pazartesi

özür

uzun zamandır özür dilemem gereken biri var... karşılaşmamak için elimden geleni yapsamda her sabah orada durmuş yüzüne bakmamı bekliyor... havluyu kapayıp yüzüme geçiştiriyorum...

yürüdüğüm yollarda camekanlardan, açtığım pencerede camdan, simsiyah ekrandan, telefonun yansımasından gözlerini dikiyor gözlerime...

bi' şey söylemeliyim biliyorum, toparlayamıyorum, ne denir ki!

tek şansı vardı yaşamak adına ve ben onu mahvettim... hatalarını düzeltip geri veremedikten sonra ne söyleyebilirdim, ne desem küfür gibi gelmez miydi!

üzgün olduğumu görmüyor muydu, neden yargılar, neden döver gibi bakıyordu ki!

her gece bu sabah dedim, bu sabah yüzleşeceğim. aynen bana baktığı gibi bakıp gözlerine "özür dilerim, benim hatam... beni affedebilecek misin" diyeceğim.

olmadı yapamadım...

şimdi pencerelerden uzak, yolu ortalayarak, aynalara küs...

9 Ocak 2011 Pazar

yalan

hafızamı kaybetsem yahut ölüp dirilsem yeniden, beni gerçekten sevdiğine inandıracak bir sürü insan olurdu

beni ne kadar çok sevdiklerini, benim için neler yaptıklarını anlatırlardı...

ve bendeki yerlerinin ne kadar özel olduğunu...

allahtan hatırlamıyor olurdum yalanın yüz ifadesini!

8 Ocak 2011 Cumartesi

aşk üzerine -2-

anılarına sımsıkı bağlı bir insan olarak, bir tek şekilde kabul edebilirim hafızamı kaybetmeyi; ilk kez ki gibi aşık olabilmek kaydıyla.

aşk üzerine -1-

seni söylerken sesimin git gide incelip, derinlerde bir yerlerde kaybolmasıydı AŞK!

5 Ocak 2011 Çarşamba

parmak uçlarınla sev beni...

parmak uçlarınla sev beni...

evet evet parmak uçlarınla...

parmak uçlarında yürür gibi, belki zerafetten, belki rahatsız etme korkusundan...

parmak uçlarınla; okşar gibi, belki şefkatten belki tahrik etmek ister gibi...

parmak uçalarınla; bir zile basar gibi, belki bin yıllık özlemle, belki bi yabancı tedirginliğiyle...

parmak uçlarınla; dudağına götürüp öpücük yollar gibi...

parmak uçlarınla; camın buğusuna yazı yazar gibi...

parmak uçlarınla; ufuk çizgisini işaret eder gibi...

fırtınada çığlık çığlığa bir kedi

o gece fırtına hiç dinmedi, bir kedi sabaha kadar miyavladı...

gökyüzü içinde ne varsa bıraktı dünyanın üzerine, ağlayamayışımızdan utanalım diye... utanmayı çoktan unutmuştuk, ağlamayı da...

kocaman tavırlar içinde nasıl da küçülüyorduk... nasıl şuursuz ve kendimize karşı acımasızdık...

"büyütme" dedin, büyütmek için oradaydım halbuki, "peki" dedim. ben büyütmedim ama sen küçülmekte ısrarlıydın...

ah Lenardo hayallerimin efendisiydin, köleliğe razı olmamalıydın!