30 Aralık 2010 Perşembe

gelsene, bak avucumda bir dünya var

bazen bi şey oluyor, nasıl desem... ani bir fırtına gibi, yada elektirik kesindisi, belki şimşek gibi... "sen" geliyorsun birden aklıma, kulağımda çınlıyor, burnumda tütüyorsun, her yer - her şey "sen" oluyor... nereye dönsem nereye baksam "sen"... çıldırıyorum neden yoksun...

pencerenin ardından gülümsüyorsun, peşinden geliyorum yollar boyu... her sokak lambası seni aydınlatıyor... rüzgarını takip ediyorum, şehir "sen" olmuş, "sen" yoksun!


"nasıl olur" diyorum "nasıl olur..."


beynimde bir şey kemiriyor... sesin yok, yüzün yok, sıcaklığın yok... ama "sen" diye bir şey var... özlediğim bi şey var... yaramı sarmış ellerin, gülümsemiş dudakların, sevgiyle bakmış gözlerin var... hayal olamazsın bu kadar güzeline hayal gücü yetmez...


bi kapı var biliyorum sana açılan... bulamıyorum... kanatıyorum ellerimi, dizlerimi... tırmaklarımlarımla aralıyorum geceyi... bulamıyorum!

25 Aralık 2010 Cumartesi

korkmayın ben burdayım

neyi mi bekliyorum? tabi ki uyumanızı...

her gece üzeriniz açık mı diye kim kontrol ediyor sanıyorsunuz...

o irkilme var ya, benim işte... yüzünüz buruşuktu kötü rüyadan uzaklaşın diye...


peki ya ürperti, oda benim... kalk yerine yat üşüme burada diye...


bazılarınız inatçı, gözleri kan çanağı olmuş umrunda değil... saçını kaşıyor, ben öptüm... çok oturma vakitlice yat diye...

23 Aralık 2010 Perşembe

"zaman gelince"

yeni aldığım kalemler gözümün içine bakarken ben klavyeyle yazıyorsam, dostlarım sitem ederken sanal insanlara vakit ayırıyorsam, hiçbir şey olması gerektiği gibi değil diye şikayet etmeye hakkım var mı?

evet yok.

ben ne yaparsam yapayım, nasıl çırpınırsam çırpınayım yine zaman gelince oldu olması gereken, zaman gelince yandı ışığım, zaman gelince aydınlandı yolum...

evet bi süredir iyi değildim, her zamankinden daha zayıf ve kaybetmiş hissediyordum... şimdi dizlerimin üzerinde doğrulup üzerimi çırpacağım ve biraz nefeslenecek doğru bildiğim adrese gideceğim... biraz uyuyup, banyo yapıp, karnımı doyuracağım ve tekrar yola çıkacağım...

bi anlık vazgeçmişlikle yaptığım hatalarımı da yanıma alıp, yola koyulacağım.

16 Aralık 2010 Perşembe

koca bir şehrin ışıklarını bir nefeste söndürmek

o gece gözlerinin rengini anlamak için sarf ettiğim çabayı muhtemelen fark etmedin bile ve göz rengim hakkında en ufak bir fikrin olmadığından emindim, vücudumun bütün kıvrımlarını biliyordun halbuki... o kadar yabancıydık ki her şeyimizle birbirimize tanımak için uğraşmadık bile birbirimizi, çok geçti zaten tanışmak için...

uzakta bir pastayı andırıyordu şehir, üzerinde milyonlarca mum yanan bir pasta... bir nefeste söndürüp hepsini karanlığa gömmüştük her şeyi... öyle ki bir birimizi bile görmedik...

dışarıda fırtına olması umrumuzda değildi, biz kendi sessiz fırtınamızda batmak üzere olan teknelere benziyorduk, battık da dibi boyladık... hayata ve inançlara dair ne varsa bizimle birlikte dibe çektik.

dönüp baktığımızda elimizde pek de övünülecek bir şey yoktu, bir ilişki böyle kusursuz mahvedilemezdi, şimdi hep olduğumuzdan daha yalnızdık ve dahası bu sefer hak etmiştik, günahkardık belki arkadaşlığı, belki dostluğu, belki aşkı, belki yabancılığı öldürmüştük, hatta birden fazlasını bile öldürmüş olabilirdik, müşterek cinayetimiz ikimizi de aynı günahın tarafı yapıyordu ve bu bizi birleştiren tek şeydi... birimiz diğerinden daha suçlu değildi.

o gece gün hiç doğmayacak sandım, hani o çok sevdiklerim; rüzgarın, dalların, yağmurun ve dalgaların sesi yüzüme yüzüme vuruyordu seni... bütünleşmiş bedenlerimizin arasında kalınlığı metreleri bulan duvarlar vardı, ne yapsak ulaşamıyorduk birbirimize...

çok soğuktu o gece, bildiğim, yaşadığım en soğuk gece... hayatımda hiç o gece ki kadar üşümemiştim... kar altında o geceden beri duygularım, ölüp gitmekte, hissizleşmekteyim... toprağın sıcaklığını duyamıyorum, toprak kabul etmiyor beni, bedenimi...

o sabah güneş doğmadı, gri bir gün karşıladı geceyi, hala soğuktu ve ıslak... tüm heceler çıt çıkarmamak üzere sözleşmişlerdi... bitti, geçmedi, gidemedi ama bitti... dönüp bakmaya cesaretim yoktu ardımda bıraktıklarıma, sen göm istedim...

son kez dönüp baktığımda ardıma bedenini görüyordum sen yoktun, sen bana bakarken ne görüyordun bilmiyorum, hiç bilemeyeceğim...

yürüdüm uzun bir yürüyüş oldu, yağmur dövdü beni yol boyunca, yağmurun açtığı yaralarım ağırlaşsın diye saçlarımı savuruyordu rüzgar her bir telim kırbaç gibi patlıyordu yüzümde... geride kalan neydi, benden sana ne kaldı bilmiyorum... ama bi şey eksik şimdi bende, göğsümün orta yerinde bir delik var günün her saati acıyla irkilmemi sağlıyor.

14 Aralık 2010 Salı

bi' kağıt kalem alabilir miyim?

ay sonu hesabını denkleştirmeye çalışan bi emekli gibiydim, parça parça kağıtlara bir yazıp bir duruyordum... bazen de sınavda bildiği soruya denk gelmiş bir öğrenci gibi hızla yazıyordum harflerim birbirine giriyordu, sayfaların en ufak köşelerini bile dolduruyordum, kağıt bitecek cevabın tamamını yazamayacağım sanıyor, endişeleniyordum... kısıtlılık hissi bu olsa gerek. harflerim gittikçe küçülüyor, anlaşılması zor bir hal alıyordu.

etraftan bakanlar ne yapıyorum sanıyordu aceba, terk edilmiş bir kızın sevgilisine sitem dolu bir mektup yazdığını falan mı? pek de farklı değildi aslına bakarsanız... kendime yazdığım mektupların bilmem kaç bininci parafı...

sevecen yüzlü işletme sahibi yaklaşıyor tekrar, "bi çay daha?", giderken ufo'yu bana doğru çeviriyor "rahat ol yaz" der gibi...

bi çay daha bırakıp gülümsüyor, kağıdımın bitmeye yaklaştığını farkında, panikliyor. yüzümde daha çok yazacak bi ifade yakalamış olacak ki, daha büyük bir kağıt parçasıyla dönüyor...

üzerime sinen balık kokusu umrumda bile değil, ormanlar kağıt olsa yazarım gibi geliyor.

"başka bir isteğin" deyince, "battaniye ve kuru çoraplar" diyor arsız gözlerim, susturuyorum hemen...

french'lerime bulaşan mavi mürekkep lekesi hıçkırıklarımın sebebi oluyor "bu lanet olası yerde neden kimse kurşun kalem kullanmıyor!"

"hem zaten kurşun kalemin yazı üzerindeki etkisini de kimse bilmiyor."

9 Aralık 2010 Perşembe

aynı!

bugün eski sevgilimi gördüm uzuuuuun zaman sonra,koşarak geldi ardımdan "kahretsin" dedim içimden (nedense!)... yıllarca aynı şehirde yaşamıştık ama hiç karşılaşmamıştık ikimizi de ilgilendirmeyen bi şehirde karşılaşmak ilginçti, talihin hınzır şakası gibi...

"oturalım mı bi yerde" dedi oturduk, ağzımızdan çıkan her kelimeye manasızca gülüyorduk, berbattı...

"naber" dedim, "aynı" dedi... AYNI! "aynı mı, evlenmişsin çocuğun olmuş" dedim, "aaa evet" dedi... "olduuuu, görüşürüz" dedim, "seni görmek güzeldi, çok çok güzeldi"dedi, ben emin değildim...


şaka gibiydi gerçekten,kötü bir şaka gibiydi...

8 Aralık 2010 Çarşamba

"suni tenefüs" evet tam olarak ihtiyacım olan

tanımadığım biri lazım, adımı bilmiyor olsun, bi isim koysun bana öyle seslensin, sahile kıyısı olan bi kentte yaşasın, soru sormasın, konuşturmasın beni, kendisi de konuşmasın çok, şarkı söylesin yada şiir okusun sesinin güzel olmasına gerek yok...

gün batmak üzereyken gelsin eve, verandada bulsun beni, saçımı öpsün, yaptığım yemekleri yesin, göğsüne yatırsın film izleyelim, göz yaşlarıma aldırmasın olağan karşılasın, uyursam üzerimi örtsün yada yatağa taşısın...

sabahları ayaklarımızı ıslatsın deniz suyu, tuz ve yosun kokusu olsun havada, biz yürüyelimmm, çılgınlar gibi susalım sahil boyu, gözlerini kısıp gülümsesin...

bir yudum nefes versin bana, hayata döneyim... sonra giderim söz, kokumu da alıp hiç olmamış gibi... söz!

çok saçma her şey

ne kadar saçma her şey, "neredeyiz, ne yapıyoruz, aslında ne yapıyor olmalıyız" kendimi bildim bileli sorarım bu soruları kendime, ne yanıtı var ne sonu, dedim ya "saçmalıklar sinsilesi"...

bu farazi yolun neresindeysek artık "buzlu" yürünmüyor, dönülmüyor... içine girip müdahale etsen olmuyor, dışarıda kalıp seyretsen olmuyor... başta yaptık hatayı, fazla sormadan, sorgulamadan önümüze koyulan hayatı yaşamalıydık, buydu mutluluğun formülü, tek başına idealist olmak yetmiyormuş, sıradan hayatlarla sınırlı sıradan mutluluklar bile lüks artık...

varoluş, gelişim,yarına kalma,uzlaşma, empati gibi konularla erken alakadar olmanın dezavantajları bunlar, hayattan ve insanlardan beklentilerin çok yüksek oluyor ve sonunda avucunda "ben demiştim"lerle kalıyorsun öyle... düzeltmeye çalıştığın her şey aslında nasıl kördüğüm görüyorsun bir süre sonra...ne ironik, herkes mutlu olsun isterken bi mutsuz sen oluyorsun ve senin gibiler...

saflık mutluluktur! bilmemek mutluluktur! böyle, saçma ama böyle, dedim ya çok saçma her şey... çok saçma her şey!