31 Ocak 2011 Pazartesi

günlere ölüm!

bi' oyun vardı, deliklerden çıkan tuhaf karakterlerin kafalarına balyozla indiryordunuz, bildiniz mi?

şimdi öyle günleri öldürüyorum kafalarına balyozla indiriyorum, hiç de ıskalamıyorum üstelik, kabul etmeliyim bu konuda çok iyiyim adamım.

pazartesi, salı, çarşamba... günlere ölüm! 

üstelik süper bir strateji geliştirdim; ben günleri, günler haftaları, haftalar ayları, aylar yılları, yıllar ömrümü öldürüyor!

günlere ölüm!

29 Ocak 2011 Cumartesi

dönüşüm

bi fotoğraf düştü kitabın arasından...

saçlarım omuz hizamda, dalgalı ve koyu kestane, liseyi bitirmemiş olmalıyım henüz, tanrım ne kadar güzelim, yüzümde mahçup bir ifade doğum günüm galiba.yanımda o zamanlar çok yakın olduğum iki dostum, masada bi pasta var, bir de oyuncak ayı... gözlerimin içi gülüyor mutlu gibiyim...

şimdi o dostlarımı gördüğümde yolumu değiştiriyorum, hayır hala çok seviyorum onları... ama neden bilmiyorum, korkuyorum... değiştiklerini-değiştiğimi görmeye tahammülüm yok sanırım...

zaman bazı şeylere dokunamasın istiyorum, olduğu gibi kalsın, yine kafeye gittiğimde bulayım onları orda, hiç yaşlanmamış olsunlar, o kafe kapanmamış, yerine yeni şeyler yapılmamış gibi... sanki ben hep ordayım da burası paralel evren gibi... kim bilir belki de öyledir, sadece ben dönüş yolunu bulamıyorumdur yada oradaki beni bulabilecek kadar kendimden sıyrılamıyorumdur.

28 Ocak 2011 Cuma

kadın gözünden "kadın"

2 dakika önce dünyanın en ateşli kadını gibi sevişir 2 dakika sonra gözleri buğulanır kadının... çünkü içine almıştır seni, çünkü bu senin onun içine yer edeceğin anlamına gelir ve giderken ondan giden sadece sen olmayacaksındır.

çocuklar gibi oynaşırken birden durup seyreder kadın... o sahneyi beynine kazır, ne zaman üzecek olsan onu hep o sahneyi gözüne getirecektir.

bazen ortada hiç bir şey yokken ağlar, bağırır, kıskanır, küser, kızar kaybetme korkusu çöreklenmiştir yüreğine, kadınlık duyguları istem dışı korumaya geçmiştir.kaybetme korkusu dışında hiçbir şey bu denli gözünü döndüremez kadının. hele içine işlemişseniz, öpüşünüzü dudağında, dokunuşunuzu teninde, sevişinizi yüreğinizde hissetmişse.

dünyaya karşı dimdik duran kadın, aşkınızın karşısında minik bir kediden farksızdır, arada minik tırmıklar atar gururludur da yani.

aşktan yerle yeksan olan kocaman kocaman kadınlar tanıyorum ve biraz daha artıyor saygım onlara.

ama ne olursa olsun bitti diyorsa emin ol bitmiştir, belki hala seviyordur ama bitmiştir, dönmeyecektir.

giden elinde valizi olan değildir her zaman, siz yüreğinizin kapısına koymadan onu o asla gitmez!

ilk çeyrek

bakmayın arada hayıflandığıma güzel bi' hayat yaşadım...

köpeğimin yavrularını kucakladım, gözleri açılmadan henüz annesini kaybeden bi' kediyi ellerimle besleyip yaşattım, hatta inanmazsınız balığım ben üzülmeyeyim diye üç gün direndi ölüme.

güller yetiştirdim, dut ağacına tırmandım, yelkenliyle açıldım rüzgar içimden geçti, o kadar saydamdım.

bebekler doğdu elime, içime çektim kokularını... doğuma giden bir annenin gözyaşlarının tuzu var halla ellerimde.

inandıklarımın peşinden giderken buldum kendimi hep, kaybettiğim yollarda buldum aramaya cesaret edemediklerimi.

azgın suların üzerinden atladım, bisiklet sürerken kollarımı açtım dünyayı  kucakladım, dizlerim de yara izleri var hala, düştüm.

yağmurda donuma kadar ıslandım.

 "seviyorum ulan orospu çocuğu" diye haykırdım.

berbat sesimle avaz avaz şarkı söyledim.

hiç tanımadığım insanlara gülümsedim.

ve sevdim, sevebildiğimce, hiç esirgemedim sevgimi, bonkörce savurdum.

ne zaman ihtiyaç duyulsam olmam gereken yerdeydim. acil durumlarda kırıldım!

25 Ocak 2011 Salı

susmalı bazen

"sana özür borcum var" dedi.

"hangisi için" dedim "hangi biri için?"

sustu! yeğlediğim buydu, nasıl izin verirdim konuşmasına, konuşup basit özür cümleleriyle acılarımı azımsamasına...

bazen kuracağınız cümle telafi etmeye yetmez, böyle zamanlarda susmalı! gerçekten hissediyorsanız eğer gözleriniz yalvar yakar özür diler zaten.

21 Ocak 2011 Cuma

"yüzünü dökme küçük kız"

tek başına olmana rağmen ağlarken sessiz olmaya çalışmak, hıçkırıklara boğulup sonra durunca ağlaman, kalkıp kendine bitki çayı yapman rahatlatmak için kendini, yanına oturup elini omuzuna koymak yine kendinin... gözlerin şişmesin diye tampon yapmak... buydu işte (u)mutsuz olmak...

soruların ne önemi vardı... kimdi ağlayan... hangi sen ha... ne fark ederdi...

hani şu herkesin tanıdığı farz edelim, güçlü olan... ayakları yere basan... olabilir o da ağlayabilir, kimse görmedi merak etme!

yada şu edepsiz meçhul yazar... ona alışık zaten herkes, bi' gelir giderler ona, umursamaz kimse onu!

annesin küçük kızı mı yoksa ağlayan, noel babanın olmadığını mı öğrendi?

boşversene hadi bi öpücük kondur hepsinin yanağına, yerlerine yatır, üzerlerini ört!

18 Ocak 2011 Salı

geveze aşık

bir an sadece...
herkes, her şey susmuştu.

durup dururken...
deli gibi konuşmaya, seni anlatmaya başladım.

sanki yıllardır mühürlü olan dilimi serbest bırakmışlardı,

anlatıyor... anlatıyordum.

bazen nefes almayı unutuyor tam boğulacakken yutkunup derin bir nefes alıp devam ediyordum anlatmaya.

kah ellerinden bahsediyordum, kah bakışlarından...

bana söylediklerinden, yaptıklarımızdan, yapmamız gerekenlerden...

konudan konuya atlıyordum. ama bütün konuların kahramanı sen!

dışarıdan deli gibi göründüğümü ve söylediklerimin bir kelimesinin bile anlaşılmadığını biliyordum.

çılgın gibi anlatıyordum...

en nihayet yorulup sustuğumda,

insanlar yüzüme bakıyor ve bende bıraktığın etkiyi naif bir gülümsemeyle karşılıyorlardı.

17 Ocak 2011 Pazartesi

başka sularda yüzmek

yine başka sularda yüzüyorum

başka sularda kendine başkalaşır insan

başka sularda birine attığın her kulaç, bir an gelir dönüp suratına çarpar

derin mi, sığ mı riske girmeden bilemezsin

aldatıcıdır ve yorucu

çoğu zaman geri dönmeyi göze alamazsın

takatin bitip vazgeçtiğinde o seni kıyıya atar

ve aşk hep kendi kara suların dışındadır

16 Ocak 2011 Pazar

"ben oradaydım"




ben oradaydım sevgilim...

bu ilişkinin iki tarafı tek tanığı vardı... o da bendim, ben oradaydım sevgilim...

seni deli gibi severken, dünyayı arkama alıp sana gelirken...

seni içime kazıyacak yavaşlıkta öperken...

ben ordaydım...

bedenin bedenime yapışık, aklın başka yerdeyken...

kendimi değersiz hissederken...

bazı şeyler biterken...

sen oradayken... ben oradaydım sevgilim...

şimdi aşkı anlat insanlara...

sevmeyi anlat insanlara...

kendini anlat insanlara...

ama bana anlatma, ben oradaydım!

14 Ocak 2011 Cuma

yıllar sonra Nazım'dan gelen... evrenler arası armağan

Bir Ucu Bir Kuyuda Kaybolan Rüzgârlı Bir Şosede


Bir ucu bir kuyuda kaybolan rüzgârlı bir şosede

bana doğru yaklaşıyor kavuşma saatımız yalnayak

yüzü saçlarıyla örtülü kavuşma saatımızın

bir de ağır yürüyor ki deli olmak işten değil

Bana doğru yaklaşıyor kavuşma saatımız yalnayak

ben de telefon direğine bağlıyım kollarımdan

yüreğim de yorgun mu yorgun duracak nerdeyse

bir de alnıma bir su damlıyor aynı yere artsız arasız

Bana doğru yaklaşıyor kavuşma saatımız yalnayak

ben de seni düşünüyorum da seni düşünüyorum

ben de seni düşündükçe o da ağırlaştırıyor yürüyüşünü

bu böyle giderse yıkılabilirim direğin dibine

o yanıma varmadan



Nazım Hikmet

13 Ocak 2011 Perşembe

kendine pervane ateş böceği

geçerken uğramış, on milyonluk şehirde ayakları onu buraya kadar getirmişti. tam karşımdan bana doğru geliyordu, özellikle yapmış olabilir miydi, sanmam... öyle değilse bile hiç hoş bi' karşılaşma değildi.

ilk aklıma gelen yolumu değiştirmek oldu, yada belki katı bir ifade takınıp, soğuk bir merhabayla geçiştirebilirdim. belki görmezden gelirdim.

ben ne yapacağıma henüz karar verememişken, birden gözlerini kısıp kocaman bir gülücük oturttu yüzüne. şaşkındım adımlarım gittikçe yavaşlıyordu ki, yanımdan koşar adım geçen orta boylu bir adamın rüzgarını hissettim... o da koşarak adamın kucağına attı kendini.

birden tek bir vücut olup döndüler etraflarında, savrulan saçlarına baktım... onlara dokunmuşluğum vardı...

nihayet durduklarında uzun ve sıcak bir öpücük verdiler birbirlerine... ve yine sarmaş dolaş, kıkırdayarak geçip gittiler yanımdan...

kendime geldiğimde öylece kala kaldığımı fark ettim... yüzündeki ifade o kadar gerçek ve samimiydi ki... sahi bana da böyle aşkla gülümsemiş miydi?

eminim gülümsemişti, ama ben fark etmemiştim...

kendimle öyle meşguldüm ki!

o gün anlamıştım kendi etrafımda, kendime pervane dönüp durduğumu. o gün - bu gündür düşünürüm, daha neleri kaçırdım aceba hayatta!

10 Ocak 2011 Pazartesi

özür

uzun zamandır özür dilemem gereken biri var... karşılaşmamak için elimden geleni yapsamda her sabah orada durmuş yüzüne bakmamı bekliyor... havluyu kapayıp yüzüme geçiştiriyorum...

yürüdüğüm yollarda camekanlardan, açtığım pencerede camdan, simsiyah ekrandan, telefonun yansımasından gözlerini dikiyor gözlerime...

bi' şey söylemeliyim biliyorum, toparlayamıyorum, ne denir ki!

tek şansı vardı yaşamak adına ve ben onu mahvettim... hatalarını düzeltip geri veremedikten sonra ne söyleyebilirdim, ne desem küfür gibi gelmez miydi!

üzgün olduğumu görmüyor muydu, neden yargılar, neden döver gibi bakıyordu ki!

her gece bu sabah dedim, bu sabah yüzleşeceğim. aynen bana baktığı gibi bakıp gözlerine "özür dilerim, benim hatam... beni affedebilecek misin" diyeceğim.

olmadı yapamadım...

şimdi pencerelerden uzak, yolu ortalayarak, aynalara küs...

9 Ocak 2011 Pazar

yalan

hafızamı kaybetsem yahut ölüp dirilsem yeniden, beni gerçekten sevdiğine inandıracak bir sürü insan olurdu

beni ne kadar çok sevdiklerini, benim için neler yaptıklarını anlatırlardı...

ve bendeki yerlerinin ne kadar özel olduğunu...

allahtan hatırlamıyor olurdum yalanın yüz ifadesini!

8 Ocak 2011 Cumartesi

aşk üzerine -2-

anılarına sımsıkı bağlı bir insan olarak, bir tek şekilde kabul edebilirim hafızamı kaybetmeyi; ilk kez ki gibi aşık olabilmek kaydıyla.

aşk üzerine -1-

seni söylerken sesimin git gide incelip, derinlerde bir yerlerde kaybolmasıydı AŞK!

5 Ocak 2011 Çarşamba

parmak uçlarınla sev beni...

parmak uçlarınla sev beni...

evet evet parmak uçlarınla...

parmak uçlarında yürür gibi, belki zerafetten, belki rahatsız etme korkusundan...

parmak uçlarınla; okşar gibi, belki şefkatten belki tahrik etmek ister gibi...

parmak uçalarınla; bir zile basar gibi, belki bin yıllık özlemle, belki bi yabancı tedirginliğiyle...

parmak uçlarınla; dudağına götürüp öpücük yollar gibi...

parmak uçlarınla; camın buğusuna yazı yazar gibi...

parmak uçlarınla; ufuk çizgisini işaret eder gibi...

fırtınada çığlık çığlığa bir kedi

o gece fırtına hiç dinmedi, bir kedi sabaha kadar miyavladı...

gökyüzü içinde ne varsa bıraktı dünyanın üzerine, ağlayamayışımızdan utanalım diye... utanmayı çoktan unutmuştuk, ağlamayı da...

kocaman tavırlar içinde nasıl da küçülüyorduk... nasıl şuursuz ve kendimize karşı acımasızdık...

"büyütme" dedin, büyütmek için oradaydım halbuki, "peki" dedim. ben büyütmedim ama sen küçülmekte ısrarlıydın...

ah Lenardo hayallerimin efendisiydin, köleliğe razı olmamalıydın!